İmâm-ı âzam Ebû Hanîfe hazretleri ticâretle iştigâl ederdi.
Zengin olduğu gibi, cömertti de.
Aslâ emânete hıyânet etmez, Allah korkusu ve takvâ ile yapardı her işini.
Kârının az bir kısmı şüpheli olsaydı, tamâmını fukarâya verirdi o kazancın.
Talebesinin her ihtiyâcını da kendisi temîn ederdi.
Ayrıca onlara para verip;
“Bu, benim değil. Rabbimizin benim vâsıtamla gönderdiği sizin kendi rızkınızdır” buyururdu.
Onlar da bu şeyleri düşünmeyip, gece gündüz ilme çalışırlardı.
● ● ●
Bir gün talebesine ders veriyordu.
O ara bir kimse gelip;
“Efendim, sizin malı götüren gemi, fırtınaya tutulup içindeki mallarla birlikte batmış” dedi.
Hazret-i İmâm bunu işitti.
Bir iki sâniye durdu.
“Elhamdülillah” dedi.
Ve derse devâm etti.
Biraz sonra aynı kişi gelip;
“Özür dilerim efendim. Batan gemi sizinki değil, başka gemiymiş” dedi.
İmâm “Pekâlâ” buyurdu.
Bir iki sâniye geçti.
“Elhamdülillah” dedi.
Ancak talebenin dikkatini çekti bu hâl.
Zîrâ her iki habere de; “Elhamdülillah” demişti büyük İmâm.
Merak ettiler.
Ve sordular ki:
“Efendim, geminin battığını duyunca da “Elhamdülillah” dediniz, batmamış olduğunu öğrenince de, hikmeti nedir?”
İmâm-ı âzam;
“İlk haberde, (Üzüntü var mı?) diye kalbime baktım. Olmadığını görünce şükrettim. İkinci haberde de, (Sevinç var mı?) diye baktım. Olmadığını görüp yine şükrettim” buyurdu.
Kaynak : Kaynak